Bediüzzaman Said Nursî 1877 yılında Bitlis ilinin Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğmuş ve 1960 yılında Şanlıurfa’da vefat etmiştir. Risale-i Nur eserlerini, 1926 yılında İsparta vilayetinin Barla nahiyesinde telif etmeye başlamıştır. 1926'dan evvel Eski Said tabir ettiği dönemde telif ettiği eski eserlerini de, daha sonraları tashih ederek Risale-i Nur Külliyatı’na dâhil etmiştir. Eski Said döneminde telif ettiği eserleri, Envar Neşriyat tarafından basılan Asar-ı Bediiye isimli kitapta toplanmıştır.
Risale-i Nur Külliyatı: Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar, Mesnevi-i Nuriye, İşaratül-İ’caz, Asâ-yı Musa, Tarihçe-i Hayat, Barla Lahikası, Kastamonu Lahikası, Emirdağ Lahikası (1-2) ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî olmak üzere 12 cilt kitaptan ibarettir. Ayrıca 30'dan fazla küçük kitaplar da vardır. Küçük kitapların büyük bir kısmı 12 cilt kitabın içinden alınmıştır. Büyük kitaplardan ilk 7’si başta imanın 6 şartı olmak üzere imanın yüzlerce hakikatlarına ve başta İslâm'ın 5 şartı olmak üzere İslâmiyet'e ait yüzlerce meseleye ait bilgiler ve onların izah ve isbatlarına dairdir. Diğer 5 büyük kitap ise, yani Tarihçe-i Hayat, Barla Lahikası, Kastamonu Lahikası, Emirdağ Lahikası (1-2) ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî kitapları ise Nurculuk faaliyetlerine yönelik metodları ihtiva etmektedir.
Bu kitaplarda açıklanan metodlara göre hareket eden kimselere Risale-i Nur Talebesi veya Nurcu denilir. Bunların dünyevî, maddî ve siyasî herhangi bir gayeleri yoktur. Bunların kursları, yurtları, cemiyetleri, dernekleri yoktur. Sadece evlerde bir araya gelip Kur'an tefsiri olan Risale-i Nur kitaplarını okurlar. Nurcular, gaye ve maksatları için, bu kitapların içinde çok geçen şu cümlenin de ifade ettiği gibi; “Risale-i Nur'un ve Risale-i Nur Talebelerinin maksatları; imanlarını kurtarmak ve başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır” derler.
Aşağıdaki 4 kriter de Nurcuları tanımak noktasında çok önemlidir:
a. Risale-i Nur’da ve hizmetinde şahsa bağlılık yoktur. Kuran tefsiri olan Risale-i Nur’a bağlılık esastır. Risale-i Nur talebeleri kitaplarda geçen sünnet-i seniyyeye uygun olan hizmet esaslarına ve ölçülerine göre aralarında istişare ederek, fikir alışverişi yaparak yollarına devam ederler. İstişare eden şahısların sayıları her bölgede her zaman değişiklik gösterebilir. Çünkü kitaplardaki ölçüler değişmez, şahıslar değişebilir. Başkan, lider, cemaat imamı, başkan yardımcıları, idareciler yoktur. Birkaç Risale-i Nur talebesi aralarında istişare ettikleri zaman o bölgede, o işlerde, o zamana mahsus olarak hareket ölçüsü odur. Yani istişareden çıkan neticedir. Bu ise risalelerde şöyle ifade edilmiş: “şahs-ı manevi, cemaat-ı mütesanide, iştiraki amal-i uhreviye, 3 elifin, 4 elifin ittihadı, 3 tane 1’in yan yana gelmesi, 4 tane 1’in yan yana gelmesi, 10 akılla düşünür, 20 gözle bakar.” Risale-i Nur talebelerinin en az 15 günde 1 defa okumaları gereken, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan İhlas Risalesi (Yirmibirinci Lem’a), bu meseleyi çok açık bir şekilde izah etmiştir. Ayrıca bu meseleyi, yani şahsa bağlılığın esas olmadığını, Tarihçe-i Hayat sahife 486’da geçen şu cümleler de daha açık bir şekilde ifade ediyor:
“Evvelâ: Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve mübtela şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır. Sâlisen: Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar hârika da olsalar, cemaatın şahs-ı manevîsinden gelen dehasına karşı mağlub düşebilir. Onun için, o mübarek kardeşimin yazdığı gibi, âlem-i İslâmı bir cihette tenvir edecek ve kudsî bir dehanın nurları olan bir vazife-i imaniye; bîçare, zaîf, mağlub, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan bir şahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu şahıs ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa; o yük düşer, dağılır.”
b. Risale-i Nur talebelerinde maddî menfaat maksadı yoktur. Risale-i Nur hizmeti maddî imkânlara ihtiyacı olmayan bir faaliyettir. Maddî menfaat maksadı olacak, büyük masraflar olacak yukarıda bahsedildiği gibi herhangi bir yurtlar, kurslar, cemiyetler, kuruluşları, yoktur ki maddî menfaat maksadı olsun. Ancak bir araya geldiklerinde çay, çorba, yemek gibi masrafları olur. O zaman da herkes kendi veya arkadaşlarının masraflarına iştirak eder, bir lokantada yemek yiyen müşterilerin kendi ücretini veya arkadaşlarının ücretlerini vermesi gibi. Risale-i Nur talebeleri de ufak tefek masraflarını kendileri karşılar. Yani kendi yağlarıyla kavrulan kimselerdir. Bediüzzaman Said Nursî’nin başkaları bir tarafa, en birinci talebesinden dahi niçin hediye kabul etmediğine dair sorulan soruya, Mektûbat isimli kitabın 2’nci Mektubunda verilen 6 maddelik cevap, bu meseleyi tafsilatlı olarak açıklıyor.
c. Bediüzzaman Said Nursî'nin ve Risale-i Nur kitaplarının ırkçılığa bakışı da çok önemlidir. Bediüzzaman Said Nursî Mektûbat isimli kitabın 16’ncı Mektup’unda ırkçılığın frenk illeti olduğunu söylüyor. “Avrupa içimize atmış, ta ki parçalasın”. Sonra 29’uncu Mektup 6’ncı kısım 4’üncü desise-i şeytaniye bahsinde; “Siz türksünüz, Said bir kürttür” diyenlere verdiği 6 sayfalık cevab çok tafsilatlı olarak bu meseleyi açıklıyor. Bir de 16’ncı Mektup 2’nci noktada geçen şu cümleler Bediüzzaman Said Nursî'nin ırkçılığa bakışını özetliyor: “Eğer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var; o işimize gelmiyor. Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said'in yazdıkları meydanda. Şahid gösteriyorum ki: Ben اْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّة (İslâmiyet, kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları keser, kaldırır. –Buharî-)ferman-ı kat'îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa'nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış; tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. Madem böyledir; hey efendiler!. Herbir hâdiseyi bahane tutup, bana sıkıntı vermeye sebeb nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse, garbda bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek.. veya İstanbul'da bir esnafın cinayetiyle, Bağdad'da bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nev'inden, her hâdise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek, hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?”
ç. Cemaat olarak, hiçbir siyasî maksatları yoktur. Çünkü siyaseti ehline ve siyasetçilere bırakırlar. Nasıl ki ordunun vazifesi; harici düşmanlara karşı memleketimizi ve milletimizi muhafaza etmektir. Vazifeleri siyasete ve siyasetçilere karışmak değilse, aynı şekilde iman hizmeti yapan kimselerin vazifeleri de siyaset ve siyasetçilerin işine karışmak değildir. Çünkü herkes kendi işine bakmalıdır. Nur Talebeleri kendi vazifelerini yaparak, iman hizmetleriyle idarecilere ve siyasetçilere yardımcı olurlar ve asayişin muhafazasında kalblere imanî ve manevî yasakçı bırakarak birer manevî asayiş memurları gibi hükümete yardımcı olurlar. Bazı şahıslar kendi tercihleri ile vatana, memlekete, millete, İslâmiyet’e hizmet için siyasete girebilirler, ona karışmazlar. Buna dair Risale-i Nur kitaplarında çok mektuplar vardır. Yukarıdaki izahlardan ve kriterlerden de anlaşıldığı gibi; Risale-i Nur talebeleri dünyanın neresinde olursa olsun, imanlı, maneviyatlı, vatanını, memleketini düşünen, dürüst, güzel ahlaklı ve istikametli insanların çoğalması için çalışmaktadırlar. Yoksa bu metodu terkedip, başka metodla hizmet eden, fakat Risale-i Nur kitaplarını da okuyan kimselere; Risale-i Nur eserlerine dost, taraftar veya o kitaplardan istifade etmek isteyen kimseler denilir. Risale-i Nur Talebesi denilmez. Onların hata ve kusurları olursa kendilerine ait şahsi kusurlardır ve Risale-i Nur Talebelerini ve cemaatını mesul etmez.
Risale-i Nur camiasında bu 12 kitabın haricindeki kitaplar ve hatıralar, eğer bu kitaplara uygunsa, bunları teyid için kabul edilir. Eğer bunlara uygun değilse, hariçten o hatıraları anlatan kimselerin kendi yorumları ve şahsî fikirleri karışmış olma ihtimaline binaen onlara itibar edilmez. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî hayatta iken Risale-i Nur Külliyatı’nı 1958 yılında matbaada bastırarak talebelerine, İslâm Âlemine ve insanlığa miras bırakmıştır. |